Uyanış...

Tarihin tozlu sayfalarında unutulmuş olanlar, Yeniden keşfedilmeyi bekleyen kutsal bilgiler, Merak ettikleriniz ve toplumdan saklananlar... Artık uyanma vakti. Ruhsal, bedensel ve zihinsel olarak yeni enerjilere açılma vakti...

Ad:
Konum: İzmir, Aegan, Türkiye

"Ortak problemimiz" yazısı bu sitenin temel düşüncesini içerir. Uyanış...

1 Kas 2012

Geçiş Süreci

Bazen bir yazıyı yazmadan önce uzun bir süre ilham beklersiniz. Hangi kelimeleri kullanacağınız, yazıya nasıl başlayacağınız o kadar zorlaşır ki yazıyı yazmaktan vazgeçersiniz. Sonra dayanamayıp tekrar yazmak istersiniz, yazıp paylaşmak istersiniz daha fazla içinizde tutamazsınız, tutmak istemezsiniz. Bu yazıya başlamadan  önce birçok insan yüzü hayal ettim ve hepsi bana bakıp "hani 2012 oldu hiçbir şey yok ortada" diyorlardı. Evet artık herkes bir şeyler görmek, bir şeyler yaşamak en azından bir şeyler hissetmek istiyor. Bu konuları tartışıp şu anda bu yazıyı okuyorsanız zaten bir şeyler hissetmeye başlamışınız. Şimdi ise devamını beraber getirelim.

Yazılarımı mümkün olduğunca herkesin anlayabileceği ve bilimsellikten uzaklaşmamış bir şekilde yazmaya çalışıyorum. Ne yazık ki bazen birtakım bilgileri basite indirgeyerek anlatmaya çalışmak onları olduğu gibi anlatmaktan çok daha zor oluyor. Bu yazımda 2012 ve sonrasındaki geçiş süreci içinde insanlar üstünde görülebilecek olan birtakım değişikliklerden bahsedeceğim.

Öncelikle birtakım şeylere inanmak için o şeyleri gözleriyle görmeleri gerektiğine inananlar için bilimsel olarak küçük bir ön bilgi vermek istiyorum.
Sağdaki resim Elektromanyetik spektrumu, yani evrendeki ışınımların dalga boylarına ve frekanslarına göre yerlerinin dizilimini gösterir. Kaba bir tabir ile gözle görülebilen ışınımlar, bu spektrumun %1 den az bir kısmını oluşturur. Yani, etrafımızda olup bitenlerin sadece %1 ini gözlerimizle görebiliyoruz diyebiliriz. Ne yazık ki gözlerimizdeki bu körlükle kurtulamıyoruz. Aynı şekilde ses dalgaları arasından kulaklarımızla etrafımızda olup biten olayların ancak %1 ini duyabiliyoruz. Eh, bir de birtakım verilere göre beyin potansiyelimizin ancak %1-5 lik kısmını kullanıyoruz da dersek ortaya hemen hemen nasıl yaşadığımızın profili çıkıyor. Bu durumda görmediğimiz şeylere inanmamak yaşamlarımıza sadelik katmakla beraber, hayal gücümüzü kısıtlıyor, düşüncelerimize sınırlar getiriyor ve gelişimimizi engelliyor. Çünkü inançlarımız algılarımıza oldukça şiddetli biçimde yön veriyor. Aslında spiritüalizm alanındaki birçok teknik (şifa çalışmaları, melekler, aura görme, meditasyon) bilimsel bir çerçeveden bakıldığında insanlara sahip olduğu %1 i aşmayı öğretmeye çalışıyor. Önceki yazılarımda belirttiğim aura görme çalışmaları da gözümüzün daha değişik frekansları algılamasını sağlıyor. Beyin potansiyelimizin bu kadar altında iken muhakkak gözlerimiz de bizden birçok harikalar saklıyordur.

Şimdi bu geçiş sürecinde tecrübe edilen bazı genel olaylara göz atalım. Bunları yaşıyorsanız veya uzun bir süredir tecrübe ediyorsanız, vücudunuz ve benliğiniz bu geçiş sürecine entegre olmuş veya olmaya çalışıyor demektir; doğru yoldasınız. Bazı insanlar sadece hissi olarak birtakım şeyleri sezerler, bazıları sadece aldığı kokular ile yorumlar yapar, bazıları ise birkaç duyuda gelişmişlik gösterebilir. Buraya eklemlediğim birçok özellik mutlaka vardır, sadece bunlara benzer şeyler yaşayıp delirdiğinize veya hastalandığınıza kanaat getirip gelişiminizi durdurmayın.

Gelişmiş görme özellikleri: 3. göz çakramız daha çok uyarıldıkça işlevselliği de artacaktır. Aura görme ve okuma, değişik frekanstaki enerjileri görebilme, güneş, ay ve diğer gezegen ve yıldızların gerçek formlarını görebilme.

Gelişmiş duyma özellikleri: Kronik kulak çınlamaları, özellikle geceleri uyumadan önce sesler veya fısıltılar duyma

Gelişmiş koku alma özellikleri: Kişiden kişiye değişebilen bazı koku benzetmeleri ile insanlardaki hastalıkları teşhis edebilme, insanları kokuları ile karakterize edebilme, sevdiğiniz insanların kokularını beğenme

6. hissin açığa çıkması: Olacak olayları bir süre öncesinden hissedebilme, gözle göremediği yoğun enerjileri algılayabilme, diğer varlıklara kanal olabilme veya varlıklarla iletişime geçebilme

Hiçbir şey yaşamayıp yeni enerjilere entegre olacaklar da elbetteki vardır. Olaylara veya bilgilere sınır getirmeyen ve onları kalıplaştırmayan, mutlak inançları ile kendilerini kapamayan, yenilikçi ve yargısız bir yaşam süren bireyler aslında gelişmişlik düzeyinin tepesindedirler ve yeni enerjilere uyum için başka hiçbir şeye ihtiyaçları yoktur.

Ayda buna benzer bir şeyler gördünüz mü?

1 Tem 2010

2012 Konseptleri

     Gündemden düşmek bilmeyen 2012 yılı, artık bir yıl olmaktan çıkıp tamamiyle ayrı bir konsept haline geldi. Kimisi için yepyeni bir ümit, kimisi için hurafe olan bu konsepti biraz derinden inceleyelim.
     2012 yılı orjinal olarak büyük değişimi sembolize etmesine ragmen, bu değişimin sebeplerini ayrı ilimlerden incelediğimizde, ayrı neden-sonuç ilişkilerine varıyoruz. Gelin hepimizin aşikar oldugu, hepimizin güvenebileceği "bilim" ilminden yola başlayalım.
     Güneşimiz her 11 yılda bir maksimum patlama aktivitesi miktarına ulaşır. Yani, Güneş'te periyodik olarak patlamalar azalıp artar. Her bir patlamadan sonra Güneş'te siyah noktalar oluşur.Bu patlamaların Güneş'te oluşan boyutu Dünyamızdan daha büyüktür. Bazı patlamalar çok güçlü olup, bazıları orta derecede gerçekleşir. Bu patlamaların sebebi hidrojen atomlarının helyum atomlarına füzyonu sonucunda çıkan muazzam enerjidir. En son gerçekleşen siyah nokta maksimumu 2000-2002 yılları arasında gerçekleşti. Yani bir sonraki maksimum 2011-2013 yılları arasında gerçekleşecek. Yaklaşık 1 sene önce Prof. Dr. Michio Kaku bu patlamaların maksimumun 2012  yılında oluşacagını ve katastrofik sonuçlara yol açabilecegini Fox News da duyurmuştu. En son yayınlanan haberler 2013 yılının mayıs ayını işaret ediyor. Şimdi aklımıza gelen ilk soru, her 11 yılda kendini tekrarlayan bir olayın, bu sefer niye felaket getireceğidir.
     Grafikte görüldügü gibi, gunes patlamaları aslında her zaman beklendiği gibi seyretmiyor. 1650-1720 yılları arasında güneş adeta kış uykusuna yatmış gibiydi. Güneş lekeleri 3-4 ü geçmiyordu, ve bunun nedeni hala çözülemiyor. 1859 yılındaki güneş patlamaları Dünyadaki bütün telgraf sistemlerinin bozulmasına neden olup hayatı felç etmişti, fakat grafikteki gibi bu tarihte güneş lekelerinin sayısı 200 ü geçmiyordu. Yani, güneş lekesi sayısının fazlalığı veya azlığı Dünyaya olan etkiyi değiştirmiyor. Dünyaya olan etkinin sebepleri patlamanın büyüklüğü ve yönüdür. Büyük bir patlama direkt olarak Dünya'ya doğru gelişirse, bu Dünyadaki yaşamın sonu anlamına gelebilir. Bununla birlikte, böyle bir olayın oluşma şansı oldukça azdır. Bilim adamları bizi gelecek olan güneş fırtınaları için uyarıyor, beklenilen etki ise 1859 yılında olduğu gibi bütün elektronik sistemlerin çökmesidir. 1859 yılında teknoloji bugunkü gibi bizi kontrolü altında tutmuyordu. Günümüzde elektronik sistemlerin devre dışı kalması demek, hastaneler, uçaklar, internet, televizyon, ısınma, güvenlik yani tüm sistemlerin devre dışı kalması demektir. Bu uyarıların sebebi ise beklenilen muhtemel dev bir patlama, veya Dünya'ya doğru seyredebilme olasılığı yüksek bir patlamadır.
     2012 yılına "Tarih" ilminden baktığımızda, elde ettiğimiz bilgi gezegen Nibiru'nun iç güneş sisteminden geçerken kütle çekim etkisi yüzünden Dünya'ya yaratacağı rotasyon ve aksis değişiklikleri, ve bu değişikliklerin neden olacağı katastrofik doğal afetlerdir. 3600 yılda bir tekrarlanan bu döngü her seferinde tarihte kendine büyük yerler edinmiştir. Nibiru ile ilgili detaylı bilgiler bir önceki yazımda mevcuttur.
     Şimdi, 2012 yılına en can alıcı noktadan bakalım. Bilim ile Tarihi birleştirelim, ve aldığımız sonuçlara göz atalım. Kadim Maya uygarlıgı yüksek astronomik ve matematiksel bilgileri ile bize çok önemli belgeler bırakmıştır. Bu belgelerden biri olan Maya büyük sayım takvimi, güneşin galaksi etrafındaki hareketi ve döngüleri hakkında kusursuz bilgiler içerir. Gelin, Maya büyük sayım takviminin (Tzolkin) inanılmaz döngüsünü beraber inceleyelim.
     Dünyamız kendi etrafında döndüğü gibi, Güneşimizin de etrafında döner. Güneşimiz ve etrafında dönen gezegenler güneş sistemimizi oluşturur. Fakat, nasıl Dünyamız Güneşin çekim etkisine kapılıp, etrafında dönüyorsa, Güneşimiz de galaksimizin merkezinde yer alan muazzam güçlü karadeliğin etrafında döner. Başka bir deyişle, Galaksimizdeki en küçük partikülden en büyük yıldızlara kadar herşey bu karadeliğe doğru çekilir, ve çok uzun bir süre sonra galaksimizdeki herşey bu karadeliğin içine girer. Fakat, bu süreç inanılmaz uzun bir süre olduğundan, Güneşimiz galaksinin merkezine ulaşana kadar muhtemelen sönmüş olacaktır. Güneşimiz galaksimizin etrafındaki 1 turunu yaklaşık 220 milyon yılda bir tamamlar. Fakat, Güneşimizin galaksimiz etrafındaki dönüşü Dünyamızın Güneş etrafındaki dönüşü gibi değildir. Sağdaki resim gibi, Güneş sistemimiz galaksimiz içindeki hareketini spiral şeklinde seyreder.
     Soldaki Resimde görülen "Central Galactic Plain" galaktik ekvatoru gösterir. Galaktik ekvatordaki titreşimler, ışınlar galaksideki normal bir yere göre çok daha farklıdır. Bunu daha iyi anlamak için kendi Dünyamızı düşünelim. Şu anda Türkiyede yaşıyoruz diyelim, ekvatorda bulunan Endonezya'yı ziyaret ettiğimizde, burada kendimizi sanki bambaşka bir gezegene gelmiş gibi hissederiz. Burada iklim, çevre, hava herşey çok farklıdır. Boylesine bir farklılığı ne Amerika'da ne de Çin'de buluruz, bu farklılık sadece ekvatora özeldir. Galaktik ekvator da bize böylesine bir farklılık yaşatır. Güneşimiz Galaktik ekvatoru her 26000 yılda bir ziyaret eder. Galaktik ekvatorun etkileri ezoterik bilimlerde foton kuşağı etkisi olarak bilinir ve 2000 yıl sürer, bilimsel olarak da tartışılan rakamlar 400-1400 yıl arasındadır. Galaktik ekvatoru en son 26000 yıl önce ziyaret ettiğimiz,ve şu anda yeniden galaktik ekvator çizgisi içinde olduğumuz bilinmektedir.
     Maya büyük sayım takvimine geri donup baktığımızda, bu takvimin her 26000 yılda bir başa döndüğünü görürüz. Evet, Maya takvimi hiçbir zaman son bulmaz, bütün takvimleri, uzaydaki her bir nesne gibi bir döngü halindedir. Şu anda gündemde olan 2012 yılında Maya takviminin son bulması bu yüzden yanlış bir bilgidir. 2012 de Maya büyük sayım takvimi 26000 yıllık döngüsü tamamlayıp başa dönecektir, çünkü bu yılda galaktik ekvatora tekrar giriş yapmış olacağız. Mayalar görüldüğü üzere sadece güneş sistemi hakkında inanılmaz bilgilere sahip olmakla kalmayıp, bizim bu günkü teknoloji ile zar zor tespit edebildiğimiz galaktik bilgilere sahip olmuşlardı.
     Şimdi, aklımıza gelen başka bir soru muhtemelen şu şekilde olacaktır; 26000 yıllık bir süreç içinde nasıl 1-2 senenin bu kadar büyük bir anlamı oluyor? 2010 yılındayız ve şu anda 2012 yılında gireceğimiz galaktik ekvatorun etkileri niye görülmüyor? Bunun cevabını gelin kendimiz deneyimleyelim. Denize veya havuza deniz gözlükleriyle girdiğimizde dibe doğru birazcık girelim. Sonra, suyun içindeyken havaya doğru bakalım, suyun yüzeyinin hava ile kesiştiği yerin güzelliğini göreceksiniz. Suyun içinde iken nefes alamıyoruz, zor hareket ediyoruz fakat o çizgiden kafamızı dışarı çıkardığımız anda tekrar nefes alıyoruz, rahatlıyoruz. İşte Dünyamız ve Güneş sistemimiz de o çizgiden giriş yaptığı anda, çizginin diğer tarafındaki enerji sayesinde bütün insanlar tekrar nefes almaya başlayacaktır...
    

30 Ara 2008

Gezegen X, Nibiru ve 2012

2008 yılının son yazısını oldukça ilginç ve içinde hemen hemen her türlü duyguyu barındırabilecek bir olaydan bahsederek kayda geçirmek istiyorum. Bu olayı senelerdir takip ediyordum, fakat biraz daha medyaya ve internete yayılmasını ve yansımasını bekledim, destekleyici kaynaklar arttıkça yazmam daha da kolaylaşacaktı...

1846 yılında Neptün bulunduktan sonra güneş sisteminde bir gezegenin daha yer aldığı matematiksel olarak biliniyordu. 1930 yılında Plüton bulunduktan sonra, aranan gezegenin plüton olup olmadığı konusunda tartışmalar başladı. Bilim dünyası çok iyi biliyordu ki Plüton kadar ufak kütleli ve çaplı bir gezegen aranan gezegen değildi. (Gezegenler arası çekim kuvvetleri ve yörüngesel davranışları)

1983 yılında NASA uzaya diğer güneş sistemlerini gözlemlemek için(?) IRAS (Infrared Astronomical Sattalite) adlı uyduyu yolladı. IRAS'ın özelliği ısıyı algılamasıydı, böylece uzaktaki sistemlerden birçok bilgi toplayacaktı.

10 Eylül 1984 yılında US News gazetesine bakıyoruz. "Last year, the infrared astronomical satellite (IRAS), circling in a polar orbit 560 miles from the Earth, detected heat from an object about 50 billion miles away that is now the subject of intense speculation." (IRAS'ın güneş sistemine yaklaşık 50 milyar mil ötede oldugu düşünülen bir objeden ısı tespit ettiğini dile getiriyor) Bu olayın birçok spekülasyona yol açacağı düşünülürken, haber çıktıgı gibi medyadan derhal kaldırılmıştır.

1992 yılına geçiyoruz, NASA dayanamayıp insanlığa tekrar bir açıklama sunuyor. "Unexplained deviations in the orbits of Uranus and Neptune point to a large outer solar system body of 4 to 8 Earth masses, on a highly tilted orbit, beyond 7 billion miles from the sun." (Uranüs ve Neptünün orbitleri üzerinde meydana gelen sapmalar güneş sisteminde 4-8 dünya kütlesi kadar ve yatay bir orbitte yer alan bir başka gezegenin varlığını destekliyor. Bu objenin uzaklığı da 7 milyar mil veya daha fazla olarak hesaplanıyor)

Ne ilginçtir ki 1983 yılında buldukları ve fotografladıkları gezegeni veriler ile kabul ettikten sonra 1992 yılında tekrar boyle bir gezegen olabilir diye medyaya açıklama yapıyorlar. Bu haber çıktıktan sonra ne oluyor? tabiki hemen medyadan kaldırılıp bu konu hakkında uzun bir süre bahsedilmiyor. Peki NASA'da planet X araştırmalarını yürüten Dr. Harrington a ne oluyor? Trafik kazasına kurban gidiyor(onlara gore beynimiz yeterince yıkalı yani kaba bir tabirle onlara gore yeterince aptalız, bu durumda bize dua okumak düşer)

Yakın tarihi örtmek belki çok basit olsa bile, bütün dünyayı ilgilendiren ve evrensel bazı buluşları yok etmek oldukça zordur. Böylece bize Sümer'lerden, Maya'lardan, Eski Mısır'dan birçok yazılı kaynak kalmıştır. Burada önemli olan bu kaynaklara nasıl baktığımızdır. Daha önce maya takviminden bahsetmiştim, şimdi çok daha bariz ve gözler önünde serili bazı Sümer tabletlerine göz gezdirelim.

Resme dikkatlice bakalım, bir büyük yuvarlak ve etrafında küçük yuvarlaklar görüyoruz. Büyük yuvarlak Güneş'e benziyor olabilirmi? Ya etrafındaki küçük yuvarlaklar? Toplamda 12 tane yuvarlak sayıyoruz, boyutlar Güneş sistemindeki gibi, fakat jüpiter ve satürn dışında 1 tane daha büyük yuvarlak görüyoruz. Burada aslında önemli olan 3. büyük gezegenden ziyade, Güneş'in ortada oluşu, ve diğer gezegenlerin çevresinde oluşu. Peki Dünya'da kaç yılına kadar Dünyanın merkezde ve Güneş ve diğer gezegenlerin Dünya çevresinde döndüğü düşünülüyordu? Bunları kim savunuyordu? Bundan daha da ilginci, Dünya tarihinde bırakalım güneş sistemini orbitleri, kaç yılına kadar Dünya'nın düz olduğu düşünülüyordu? Sümerler hangi yıllarda yaşadı?

"The destroyer" terimi yabancı geliyorsa üzerinde bir araştırma yapalım, ve yahudi peygamber Yeremya'yı hatırlayalım. Bize bıraktıgı sözler arasında felaketlerin artacagı ve "Destroyer"in bütün dünyayı felaketler içinde bırakacağı yer alıyor. Bunlar Incil'de de yer alıyor. Bundan bahsetme nedenim Sümerlerden bu yana arada kalan dönemde de hala bilindiği.

Günümüzde ne yapılıyor? Devletlerimiz biliyor mu? Güney kutbundaki Amundsen-Scott istasyonuna göz atalım. Teleskobun özelliklerini ve tekrar hayata geçiriliş tarihlerini ve niye Güney kutbunda yer aldığını sorgulayalım. Gezegen X şu anda nerede ve Dünya'nın neresinden gözlemlenebilir?

Peki bu Planet X Nibiru Marduk nedir? şu anda nerde(ler) ve orbitleri nasıl? Planet X günümüzde verilen addır, Nibiru Sümerlerin bu gezgene verdiği addır, Marduk iste Babillerin verdiği addır. Hepsi aynı objedir, ve her Dünya'ya yakın geçişinde Dünya'da ciddi değişikliklere yol açtığı bilinmektedir. Bazı modern çizimlere göz atalım




Bir Türkçe kaynaktan Nibiru'nun varlığını görmek oldukça keyifli, fakat büyüklüğü konusunda hafif yanılgılar yapılmış olabilir, çünkü Nibiru "brown drawf" olarak bilinir, yani sadece kendi içinde yanan doğmamış bir yıldız, bunların büyüklükleri ise hemen hemen Jüpiter boyutundan başlar ve Güneş'in boyutuna erişemezler. IRAS in Nibiru'yu ısı yoluyla keşfetmesi de Nibirunun aslında Dünya gibi bir gezegen değil, bir tür ısı dağıtan yıldız olmasından dolayı idi. Acaba daha önceden Nibiru'nun özelliklerinin bilinmesi bu özellikte bir teleskop göndermelerine yol açmış olabilirmiydi?

Peki bu cisim Dünya'ya yaklaştıkça ne olacak? Biliyoruz ki gezegenler arası kütle çekim kuvvetleri inanılmaz büyüklüktedir. Güneş sistemindeki gezegenlerin konumları insanlar üzerinde büyük etkiler yarattığından dolayı da astroloji ve beraberinde burçlar gelişmiştir. Güneş'te meydana gelen bazı büyük çaptaki patlamalar bile Dünya'da gerçekleşen birçok olaya(kutup ışımaları, elektronik haberleşmedeki problemler, magnetik fırtınalar) sebebiyet vermektedir. Şimdi Dünya'nın yörüngesine yakın bir yörüngeden geçecek olan ve büyük kütleli Nibiru'nun Dünya'da yaratacağı olayları düşünelim. Bu gezegen(yıldız) yaklaştıkça, Dünya'da hiç mi değişiklik olmadı? Tabiki oldu, hem de inanılmaz boyutlarda, fakat çok iyi örtbas edildi ve nedenleri hep başka taraflara kaydırıldı. Biraz araştırma yapalım geçtiğimiz son 10 sene içinde oluşan büyük depremlerin, büyük fırtınaların, büyük sel felaketlerinin istatistiklerini tutalım, ne kadar artmış? Grafiğimiz hep yukarı doğru çıkacaktır, ve çok daha fazlası beklenmektedir. Peki ya küresel ısınma? Buzulların erimesi, iklim değişiklikleri? Bize bugüne kadar sürekli insanların Dünya'yı kirletmesinden dolayı bütün bunların olduğu söylendi, fakat asıl neden araştırıldığında insanların bütün bu olaylar içindeki rolünün oldukça düşük olduğu gözler önündedir. Bu olayın Dünya'ya etkisi Dünya'da daha önce yaşayan dinazor türünün yok olmasına sebebiyet verebilecek büyüklüktedir. Hepimiz Nuh tufanını az çok biliriz. Birçoğumuz da Atlantis hakkında hikayeler duymuşuzdur. Bu olaylara sebebiyet veren şey ne idi? İnsanlık bunu daha önce yaşadı ve tekrar yaşayacak. Önlemler alınmasına rağmen 6 milyar insanın ayakta kalması olası gözle bakılmamaktadır. Bu nedenle hepimizin kendi önlemlerini bir an önce alması gerekmektedir.
Oldukça yakın bir zamanda 21 Aralık 2012 yılının anlam ve önemini yazacağım, ama sanırım 2009 yılına sarkacak:) Size bu yazıdan önce sağlam 2 tane kaynak sunmak isterim, zamanınız oldukça izleyin ama ne yazıkki kaynaklar İngilizce.
http://www.youtube.com/watch?v=8S0bj76389U&feature=related bu 5 kısımdan oluşan ve bu yazıdaki içeriklerin büyük bir kısmını içeren bir vidyo. Link 1. kısmını vermektedir, lütfen youtube içinde related video kısmından veya aynı kullanıcının vidyoları içinden part 2 , 3 , 4 ve 5 i izleyin. Kaçırılmaması gereken ve oldukça güzel anlatımlı vidyolar.
http://xfacts.com/MUFON_LA/ Bu link ise Nibiru'yu ilgilendiren çok yeni bir konferans, mutlaka dinleyin tarih hakkında kaçırılmaması gereken bilgiler sunuluyor.
http://www.youtube.com/watch?v=l1LBd_w3XDM Bu link de benim kendi derlediğim ve seslendirdiğim bir video

14 Tem 2008

7 Çakra (devam)

7 çakra yazıma eklemek istediğim bazı bilgileri aktarmak için geciksem de, yine geceyi gündüze bağlayan bir zamanı bekledim ve bugüne denk geldi.

Öncelikle halk arasında hatalı şekilde konuşulan ve yanlış bilinen bazı bilgiler ile başlamak istiyorum. Çoğumuz "Çakra açma" cümlesini duymuşuzdur. Günümüzde çakralar o kadar çocuk oyuncağı haline geldi ki, çakraların işlevlerini bilmeyenler bile başka insanların çakralarını "açar" oldular. Hemen düzeltelim, çakra "açmak" diye birşey yoktur. Eğer çakralarımız kapalı olsaydı organlarımız işlev yapamaz hale gelirdi ve yaşayacak enerjimiz olmazdı. Çakralarımızda enerji döngüsü biz yaşadığımız sürece her an devam etmektedir, aynı kalbimiz gibi, durmazlar, durmaları da insana ölümü getirir. Bu durumda hepimizin çakraları elbette ki açık, ama kimisi "puslu" kimisi "paslı" kimisi az veya çok uyarılmış halde bulunmaktadır. Bunun nedeni de hayatın getirileri götürüleri ve bizler üzerinde olan etkilerinin tümünden kaynaklanmaktadır. Kısacası çoğumuzun çakraları belli derecelerde bloklu haldedir, enerji olması gerektiği gibi akmamaktadır, bu yüzden de kendimizi bazen güçsüz bazen yorgun bazen mutsuz bazen depresyonda bazen isteksiz buluruz.

"Çakra açmak" ifadesi böylelikle çakra bloklarını kırma, ve enerji akışını olması gerektiği gibi pürüzsüz saglama anlamına gelmektedir. Peki hangi derece bir insan çakraları açar? Siz... Bunu sadece siz yapabilirsiniz. Elbette ki çok kuvvetli bazı insanlar size müthiş derecede yardımcı olabilirler, hatta çakralarınızın bloklarını kırabilirler, ama onlar bunu yapmamalı. Çünkü onlar sizin kendi çakralarınızın bloklarını kırsa bile siz kendiniz bunu yapmadıgınızdan dolayı kısa zaman içinde çakralarınız tekrar bloklanır.

Peki nasıl çaralarınızı "açarsınız"?

Tarih boyunca varlığı bilinen meditasyon en etkili yontem olarak bilinir, fakat yapacagınız bu meditasyon sürmesi gerektiği kadar sürmeli. Başka bir değişle, bir gün odanızda oturup bir anda bütün çakralarınızı meditasyonla açmak oldukça zordur. Sağlıklı bir çakra açma meditasyonu günümüzde mümkün olmayacak derecelere ulaşmıştır. Tarihe kazınmış birçok guru, master, hoca ve birçok din veya teknikte, çakralarını açan kişiler genellikle dağlarda yalnız bulunmuslar ve uzun süren bir meditasyona girerek bunu başarmışlardır. Çakralarınızı açmak tamamen kendinizle olmayı gerektirir, kendinize hayatınızda olmadığınız kadar dürüst olmanızı gerektirir. Bunun için de ferah ve binbir çeşit düşünce ve problemden ayıklanmış bir zihin gerekir.

Meditasyon sırasında neler görselleştirilmeli, neler düşünülmeli?

Çakralarımızı bloklayan duyguların hepsiyle yüzleşmek meditasyon sırasında yapılacak olan en önemli iştir. Şimdi her bir çakramızı bloklayan bu duygulardan bahseselim, ve elbette ne yapılması gerektiğinden.

Kök çakra- bloklayan duygu : Korku
Meditasyon sırasında bütün korkularınızı göz önüne serin, hepsini görmeye çalışın ve yüzleşin hepsi açığa çıksın. Ardından bütün bu korkularınıza teslim olun, akışına bırakın, hepsi süzülüp gitsin.

Sakral çakra- bloklayan duygu: Suçluluk
Size ağırlık veren bütün suçluluk duygularınızı açığa çıkarın. Kendinizi hangi olaylar yüzünden suçluyorsunuz? Bu olayların gerçekliğini kabul edin, ama enerjinizi zehirlemesine izin vermeyin. Kendinizi affedin.

Solar plexus çakrası- bloklayan duygu: Utanç
Nelerden utanç duyuyorsunuz, açığa çıkarın. Utancınızı bir kenara bırakın ve kendinizi oldugunuz gibi kabul edin.

Kalp çakrası- bloklayan duygu: Üzüntü, keder
Bütün üzüntülerinizi kederlerinizi önünüze serin, kaybettiklerinizi tekrar su yüzüne çıkarın. Büyük kayıplar yaşadıysanız da unutmayın ki sevgi bir enerji formudur, ve sürekli çevremizde döner. Kaybettiklerimiz bize başka bir sevgi formunda tekrar geri döner. Acının gitmesine izin verin, bırakın aksın.

Boğaz çakrası- bloklayan duygu: Kendimize söylediğimiz yalanlar
Kendi doğanızın gerçekliğini kabullenin, kendiniz hakkında başkalarına soylediğiniz yalanlardan arının.

Üçüncü göz çakrası- bloklayan duygu: İlüzyon
Dünyadaki en büyük ilüzyon, ayrı hissetme duygusudur, ayrımdır. Ayrı ve farklı olduğunu düşündüğümüz şeyler aslında birdir. Hepimiz birbirimize bağlıyız, herşey birbirine bağlı. Hepimizin en azından bir kere duydugu, Tanrı birdir, tektir cümlesi de bu anlama gelmektedir.

Taç çakra- bloklayan duygu: Dünyasal bağlar
Sizi bu dünyaya neler bağladığı üzerine düşünün, hepsini su üzerine serin. Bütün bu bağların yavaşca nehirden akmasını sağlayın. Sahip olduğumuz dünyevi bağları bırakamadığımız sürece kozmik enerjinin taç çakramızdan geçişini sağlıklı biçimde sağlayamayız. Bırakın saf kozmik enerji içinize aksın. Onu hissetmeye çalışın.

Çakra açma tekniklerini yazmamda "avatar" çizgifilmi büyük rol oynadı. Kitaplardan sonra bu bilgilerin filmlerde de gözükmesi kabul etmek gerekirse oldukça keyif verici bir olay.

6 Nis 2008

7 Çakra

Dünyaya geliş nedenlerimizi bulmak için her birimiz sorgulayıp düşünüp bu nedenlerin üstünde yorum yapmışızdır. Fakat çoğumuz tam olarak bu nedenlerden emin değildir. Bir süre sonra bu nedenlerin üstünde düşünmek, sonuç çıkarmaya çalışmak "imkansız", bazen "aptalca" gelir kimimize. Rutin hayatlarımıza dönüp düşünmemeye çalışır bu konulardan uzak durmayı yeğleriz. Kimimiz de bir din seçer kendine, ve o dinin doğrularını benimsemeye çalışır.

Şimdi, daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, derin bir nefes alın ve kafanızdaki ön yargıları yok etmeye çalışın. Eski düşünce tarzınızla ulaşamadığınız bazı noktalara, yeni bilgiler ve tarzlar ile ulaşabileceğinizi unutmayın.

Etrafımızı sorgulamadan önce kendimizi sorgulayalım. Kendi özelliklerimizi bilelim, anlamaya çalışalım. Kendimiz hakkında bilgilerimiz arttıkça algılarımızda da kuvvetlenme olacaktır. Kuvvetli algılar, çevremizi daha iyi anlamamızı sağlayacaktır.

Bir önceki yazımda auramız hakkında bilgi vermiştim, ve tarih boyunca bilindiği de apaçık ortadaydı. Şimdi vücudumuz üzerinde bulunan 7 ana enerji merkezinden, yani çakralar hakkında bilgi vermek istiyorum. Dolaşım sistemimizin bir merkezi olduğu gibi, enerji sistemimizin de merkezleri bulunmaktadır. Bu merkezlerin her biri ilgili olduğu organlarımızda enerji döngüsünü sağlamaktadır. Çakraların az veya fazla uyarılması günümüzde karşımıza çıkan birçok değişik hastalıkların, anomalilerin kaynağıdır. Fiziksel ve mental sağlığımızın mükemmel olması için çakra döngülerinin de mükemmel olması gerekir. Yetiştiriliş tarzımız, düşüncelerimiz, yaşadığımız olayları yorumlama tarzımız, kısacası beynimizde yer edinen her türlü olay çakraların da eksik veya fazla uyarılmasına sebep olabilir. Bazı kitaplardan ve güvenilir internet sitelerinden topladığım bilgilerle hazırladığım bir derlemeyi buraya aktarmak istiyorum.


Kök Çakra (Mulahadra)
Yer: Kuyruk sokumu kemiğinin sonu, cinsel organlar arası
Renk: Kırmızı
Element: Toprak
İşlev: Dünya ile olan bağımız, fiziksel enerjimiz, Kendimizi güvende hissetmemiz, cinsel organlar
Fazla uyarılması: Materyalizm, hırs, monotonluk, değişime olan korku, fazla iştah
Az uyarılması: Korku, disiplin eksikliği, finansal zorluklar, sabırsızlık
Dengeli hali: Sağlıklı olma, kondüsyon, güven duygusu, rahatlayabilme, refah
Doğru işlememesi halindeki fiziksel rahatsızlıklar: Sürekli hastalanma, düzensiz yemek, depresyon, bacak, alt sırt ve sexuel organlardaki rahatsızlıklar.

Sakral(Karın) Çakra (Svadisthana)
Yer: Gobek deliğinin yaklaşık 3 cm aşağısı
Renk: Turuncu
Element: Su
İşlev: Duygusal kimlik, istekler, sex, keyif, vücudun ağırlık merkezi, sindirim sistemi
Fazla uyarılması: Aşırı duygusallık, keyfine çok düşkün olma, sexüel
Az uyarılması: Asosyellik, sexden korku, soğuk olma
Dengeli hali: Duygusal zeka, değişime açık olma, zarif nazik davranışlar
Doğru işlememesi halindeki fiziksel rahatsızlıklar: Sexüel problemler, alt sırt ağrıları, dalak, sindirim sistemi
Solar pleksus(güneş sinirağı) Çakrası (Manipura)
Yer:
Göğüs kafesi bitimi
Renk: Sarı
Element: Ateş
İşlev: Niyet, arzu, amaç, güç, sorumluluk, onur
Fazla uyarılması: Agresiv, dominant, kontrolcü, hiperaktif, güç açlığı, kibir
Az uyarılması: Enerji ve arzu azlığı, pasif, güvenilir olmayan, tembel ve ağır
Dengeli hali: Sükunet, kendini kabullenme, saygı, güvenilir, kendine güvenli, spontanelik
Doğru işlememesi halindeki fiziksel rahatsızlıklar: İştahsızlık, ülser, diyabet, alerjiler, akciğer ve mide rahatsızlıkları


Kalp Çakrası (Anahatra)
Yer:
Gogus kafesinin tam ortasında, kalp hizasında
Renk: Yeşil
Element: Hava
İşlev: Karşılıksız sevgi, aşk, ilişkiler, bağışlayıcılık
Fazla uyarılması: Sürekli istek, kıskançlık, zayıf bağlar, kendinden fazla vermek
Az uyarılması: Antisosyel, soğuk, dışa dönük olmayan, utanma, zayıf tolerans, depresyon, yalnızlık, empati eksikliği
Dengeli hali: Seven, şefkatli, merhametli, empati kuran, denegeli, huzurlu, güçlü immune sistemi
Doğru işlememesi halindeki fiziksel rahatsızlıklar: Kalp hastalıkları, akciğer, astım, alerji, dolaşım sistemi problemleri, immune sistem zayıflıkları

Boğaz Çakrası (Vissudha)
Yer: Boğaz
Renk: Mavi
Element: Esir(ether, evreni dolduran madde. Bazı kaynaklar boğaz çakrası elementini ses olarak yazmıştır)
İşlev: İletişim, ifade, yaratıcılık
Fazla uyarılması: Çok konuşma, dinleyememe, dedikodu
Az uyarılması: Konuşma korkusu, güçsüz ve ritmik olmayan ses, duyguları kelimelere dökememe
Dengeli hali: İyi dinleyicilik, ritimli ses, temiz iletişim, yaratıcı yaşam
Doğru işlememesi halindeki fiziksel rahatsızlıklar: Kronik boğaz ağrısı, boyun ve omuz ağrıları

Üçüncü göz Çakrası (Ajna)
Yer: Alın ortası
Renk: Çivit mavisi
Element: Işık
İşlev: Sezgi, imajinasyon, aklın kullanımı, mental ve psişik sezgiler, 6. his
Fazla uyarılması: Halüsinasyonlar, kabuslar, obsesyon, baş ağrıları, konsantre olamama
Az uyarılması: Zayıf hafıza ve görü, imajinasyon eksikliği, görsel zayıflık, geleceği görememe
Dengeli hali: Sezgisel, kavrayışlı, güçlü hayal gücü, görsellik, güçlü hafıza, sembolik düşünebilme
Doğru işlememesi halindeki fiziksel rahatsızlıklar: Baş ağrıları, kulak ve göz hastalıkları, yüzsel sinir problemleri, öğrenememe, nörolojik rahatsızlıklar

Taç Çakra (Sahasrara)
Yer: Kafatasının üst kısmı
Renk: Mor
Element: Düşünce
İşlev: Farkındalık, ruhsal anlam arama, karma, ruhsal uyanış, ilahi enerjiler, ruhsal bilgi, ruhsal bağ
Fazla uyarılması: Fazla entellektüellik, ruhsal bağımlılık, karmaşa, fiziksel bedenle olan bağın zayıflaması
Az uyarılması: Olumsuz ruhsal düşünceler, dogma dinsel inanışlar, materyalizm, başkaları üstünde hakimiyet kurma, hırs
Dengeli hali: Ruhsal bağ farkındalığı, açık fikirlilik, bilgelik, geniş anlayış, düşünebilen, farkında olan
Fiziksel disfonksiyonlar: Koma, migren, beyin tümerleri, ışığa, sese olan fazla duyarlılık, enerji karmaşaları, mistik depresyon

Tabiki hepimizin aklına çakralarımızı nasıl düzene sokabiliriz sorusu gelecektir. Bunun için ruhsallığı ilgilendiren bir öğretiye başlamanız bir yol olabilir. Günümüzde popülerliğe ulaşmış bazı teknikler vardır. Reiki, çakraları oldukça ilgilendiren bir tedavi tekniğidir. Evrensel enerjiyi baz alarak kullanılır. Yoga, yine çakraları ilgilendirir.

Herhangi bir teknikle ilerlemeyi düşünmüyorsanız meditasyon oldukça ektili bir yontemdir. Meditasyon ile ilgili ayrıntılı bir yazı yazmayı düşünüyorum.

Kendi kendinize söylediğiniz sözler(mantra) de oldukça etkilidir. Her bir çakranın dengesi için bazı cümleler işinize yarayacaktır. Bunlardan bazıları;

Kök çakra:
Dünyada olmak güven verici bişeydir.
Vücudumu ve ilmini seviyorum.
Dünya, toprak beni destekliyor ve isteklerime karşılık veriyor
Yüksek benliğime ve bana yardımına güveniyorum. Yaşamım refah dolu.

Sakral çakra:
Cinsiyetimi kabul ediyorum, fiziksel olarak güçlüyüm.
Keyfi hakkediyorum
Yaşam keyif verici

Solar pleksus çakrası:
İçimdeki gücün farkındayım. Görevleri kolayca yerine getirebiliyorum
Ne istersem yapabilirim
Sallantıda kalan rahatsız eden bütün duyguları salıyorum.
Kalp çakrası:
Özgürce ve kolayca sevebiliyorum ve sevilebiliyorum. Eski hatalarım için başkalarını ve kendimi affediyorum.
Sevilmeye değerim.
Kendimi ve başkalarını seviyorum
Sonsuz sevgi kaynağı vardır.

Boğaz çakrası:
Duygularımı ve hislerimi kolayca ve zarifçe ifade edebiliyorum
Doğruyu söylüyorum
Yaratıcılık içimde vardır
Sesim önemlidir.

Üçüncü göz çakrası:
İçsel sezgilerim ve vizyonum güçlüdür. Onlara güveniyorum
Bilgeliğe açığım.
Herşeyi berrakça görebilirim
Görüşümü belirtebilirim.

Taç çakra:
Ruhsallığımı kabul ediyorum
İlahi güç içimde yatıyor.
Yeni fikirlere düşüncelere açığım
İstediğim bilgiler istediğimde bana ulaşıyor
İçsel bilgeliğim ve yüksek benliğim bana eşlik ediyor

Önerdiğim aura kitabının içinde çakralar hakkında ayrıca bilgiler bulabilirsiniz. Her bir çakranın ayrıca etkilendiği ve bağ kurabildiği, güç alabildiği bazı kristaller vardır. Fakat kristalleri kullanmadan önce bakımını da yapmak gerekir. Bu konu hakkında da daha ayrıntılı bir yazı yazmayı da düşünüyorum.

6 Mar 2008

Anatomik kanıtlar

İnsan olarak sınırlarımızın olmadığını düşüncesel olarak kendimize kanıtlamaya çalışsak bile pratiğe geçiremiyoruz. Rutin hayatlarımızın her bir anında birden durup herşeyin neden olduğunu sorgulamaya başlayabiliyoruz fakat sonrasını getiremiyoruz.

Bu yazımda sadece konuşmak yerine bazı şeyleri paylaşmaya başlayacağım, bazı konuşulanların sadece hayal ürünü olmadıklarını birçok kaynak göstererek sunmaya çalışacağım. Kendi tecrübe etmediklerimi buraya henüz yazmak istemiyorum.

Sanırım insanların paranormal olayları konuştuktan sonra devamını getirememesi, veya bu tip konulara kapalı bakması, gözle gördükleri birşey, bir kanıt olmadığından kaynaklanıyor. Bu durumda başlıca yapılan iki hata göze batıyor,

1-Olayların "paranormal" "anormal" "gerçek dışı" olarak algılanması
2-Her olayın yeterli istekle gözle görülebileceği, kanıtlanabileceği olasılığının düşük tutulması
Gelmiş geçmiş bilim adamlarının birçoğu herşeyin beyinde bittiğini söylerler, biz de bu eksik cümleden bir pay kapıp, beynimize bu olaylara kapalı bakmaması gerektiğini söyleyelim. Olaylar beynimizde hallolduktan sonra bu eksik cümle de kendini tamamlamaya başlayacaktır.

Peki nedir bu olaylar, neler saklanıyor neleri bilmiyoruz?

Önce biraz insan anatomisinden bahsedelim, tıbbın gidebildiği kadar olan yeri hemen hemen biliriz, fiziksel yapımız. Fakat fiziksel yapımız henüz tam anlamıyla kitaplarda yer almıyor. Vücudumuzdaki tek dolaşım sistemi damarlardan oluşmuyor. Hemen hemen kanıtlanma aşamasında olan ve insanın çevresinde yer alan şu "elektromanyetik alan" dan bahsediyorum. Aslında medyaya lanse edildiği kadarı manyetik olarak adlandırılıyor.

Peki nedir bu alan?

İnsanlık tarihinin çok eski dönemlerinden orta çağ dönemine kadar varlığı bilinen "aura" dan bahsediyorum. 4000 küsür yıl önce sanskritçe yazılan Hint kutsal metinlerinin içinde aura hakkında çok çok önemli bilgiler buluruz. Ayrıca bu dönemlerde insan aurasının resimleri çizilmiş, ve aura alanının içindeki enerji dolaşım sistemleri de kaleme alınmıştır.



Başka bir örnek olarak da ortaçağ resimlerine dönmek istiyorum. Çizilen hemen hemen her resimdeki kişiliklerin kafalarının etrafında bir yuvarlak alan görürüz. Özellikle İsa'nın kafasındaki halka altın sarısı olarak resme alınmış ve diğer insanlarınkinden çok daha belirgin çizilmiştir. Çok yakınımızda bir örnek vermek gerekirse, İstanbul'da Ayasofya müzesini gezelim ve orada bulunan resimlerdeki bu halkaya dikkat edelim(portre).



Ortaçağ'dan nihayet günümüze geliyorum. 1939 yılında Rus mühendis Semyon Davidovich Kirlian (1898-1980) ve eşi Valentina Khrisanova Kirlian tarafından özel bir fotoğrafcılık tekniği geliştirildi. Bu teknik şöyle adlandırılır, "Kirlian fotoğrafçılığı, yüksek voltajlı, yüksek frekanslı, düşük amperli elektrik alanına dayalı aygıtlarla canlı nesnelerden yayılan birtakım biyolojik ışınımları fotoğrafik olarak saptamayı amaçlayan elektrografik fotoğrafçılık tekniğine verilen addır."* Resme alınan ışımalar cansız nesnelerde de gözlenirken, canlılardan yayılan ışınların çok daha belirgin, parlak ve değişken olduğu gözlemlenmiştir.



Peki kendi auramızı veya başkalarınınkini görebilirmiyiz?

Bu soruya kendi tecrübelerim nedeniyle de çok rahat bir şekilde "evet" diyebiliyorum. Bunun için özel bir yetenek, çok sıkı bir çalışma temposu gerekmiyor, ancak yapılması gerekenler elbet var. İlk olarak da daha önceden söylediğim gibi, beynimizin bizi engellemesini durdurmalıyız ve yeni bilgilere açık olmalıyız. Benim aura görme serüvenim 4 sene önce bir kitap sayesinde başladı, ilgili olanlara israrcı biçimde tavsiye ederim, çünkü kitap sadece aura hakkında bilgi vermiyor, çakralardan, astral bedenden hatta reenkarnasyon hakkında bile ön bilgi veriyor.
Richard Webster, Yeni başlayanlar için aura okuma



Aslında buraya yazmak istediğim ve aslında kanıtlanmış olan birçok insan özelliği var kafamda. Fakat beynimizi ve algılarımızı bu unuttuğumuz dünyaya yeniden açtığımızda, ve bunun için çaba harcadığımızda küçüklükten kaybettiğimiz özelliklerimiz yavaş yavaş geri gelmeye başlayacaktır. Hepsine yeniden şahit olmak yaşama sevincinizi de ikiye katlayacaktır.
* http://tr.wikipedia.org/wiki/Kirlian_Foto%C4%9Fraf%C3%A7%C4%B1l%C4%B1%C4%9F%C4%B1

17 Eki 2007

Ortak Problemimiz

Yıllardır üzerinde düşündüğüm, düşündükçe daha çok kahrolduğum bir konuyu paylaşmak istiyorum.
Bir insanı derinine indirmek zordur, çevresel etkileri hiçe sayarak ön yargıların yok olmasını insan kendi kendine iken bile sağlayamıyor. Ama birlikte deneyelim...
Bir durun, kendinize şöyle bir göz gezdirin ne görüyorsunuz? Göz açıp kapamaya, nefes alıp vermeye devam ediyoruz kendimize bakarken. Bir an nefesimizi almayalım, biraz zorlanalım ölümü yeniden aklımıza getirelim. Hafifçe heyecanlanmaya başlayalım kalbimiz atmaya başlasın.
Evet, ölüm. Birçoğumuzun sürekli aklına gelmiştir öldükten sonra ne olacağı, eğer sadece biyolojik canlılar isek herşeyin yok olacağı ve sonsuz bir siyahlık gelir birçoğumuzun aklına. Yokluk... anlam veremeyiz ve telaşa düşeriz. Yeniden aslında ölümden sonra neler olacağına tam olarak emin olamadığımızı anlarız. Buradan yola çıkarak şimdi neleri bildiğimize bir göz atalım. Başlangıç bilinmiyor, son bilinmiyor, dolayısıyla şu anda burada oluş sebebimiz de bilinmiyor.
Aslında hiçbirşeyi bilmediğimiz ortaya çıkıyor. Böylece birşeye kesin var veya kesin yok gözüyle bakmamız oldukça mantıksızlaşıyor.
Şimdi rahatladıysak eğer ve ön yargılarımızdan biraz kurtulabildiysek gelelim bu ortak problemimize ve bizim neler yaptığımıza...
Uzun zaman önce insanlar bu ortak problemlerini bilinçle yaşadıklarından dolayı ortaklaşa bunun üzerinde çalışmalar yapmış ve bugün bile inanılmaz denilecek sonuçlara varmışlar. Hemen birkaç örnek vermek gerekirse, Maya'ların bugünkü astronomiye bile taş çıkartan bilgileri en çarpıcı örneklerden birisidir. Mayalar, hangi yıllar solar sisteminde ve samanyolunda ne gibi değişikliklerin olacağını takvimlerine kaydetmiş, ve 1950 li yıllardan beri oluşan ve kaydedilen her olayın Maya'ların takviminde yer aldığı kesin olarak kanıtlanmıştır. Eski Hinduların Sanskritçe yazılmış belgelerinde insan aurasının ve insanın aurasının içinde yer alan bütün enerji merkezlerini ve kanallarının resimlerini çizmişlerdir. İnsan aurasının fotografı ancak 1945 li yıllarda çekilmiştir.
Eski kültürler ortak problemimiz üstünde daha çok çabaladıkça bilgilerini daha çok arttırmış ve yaratılışa daha çok yakınlaşmışlardır. Günümüzün insanı ise bu ortak problemini göz ardı edip, bencilce davranışlarından vazgeçmemekte, ve bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir de birbirleriyle acımasızca savaşmaktadır. Ayakta kalmak için başkasının ekmeğini çalalım fikri bütün dünyaya yayılmış.
Herkesin bir an durup toplamda 1 dakika düşündükten sonra bile dünyanın birden apayrı bir hal alacağından eminim. Yeni dönem yaklaşırken uyanış da tüm hızıyla devam ediyor. Saklı kalan bilgiler yeniden açığa çıkıyor ve Maya'ların hesapladığı ve herşeyin değişeceği 2012 yılı yaklaşıyor.
Düşünelim düşünmekten kaçınmayalım, test edelim, birbirimize sahip çıkalım, yaşananları her ne olursa olsun utanmayalım ve eskiler gibi ortak bir topluluk oluşturup paylaşalım...